10 Haziran 2009 Çarşamba

"artık kansas'ta değilsin dorotyh"


Gelişmekte olan bir yerden yazlık almanın en kötü yanı sanırım bir türlü havaya girememek olsa gerek. zira zaten yeni gelişmekte olan bir yerdeyse yazlığınız zaten en kalabalık döneminde bile kasaptaki sinek sayısını geçmeyecek bir nufusa sahip demektir.
Ama bu anne için önemli değildir. O sizin taptığınız şehir yaşamına her nur topu menapoz sahibi kadın gibi “bitirici” görür ve kendini en tenha zamanlarında en tenha mesire yerlerine atmak için can atar.
velhasıl yazlığa gelinir. Tarihte araba yolculuğuyla jet-lag tadını yakalamayı başaran tek insan -yani ben için- ilk gün yatakta geçer hailyle. Ertesi gün madem deniz kenarındayım neden keyfime bakmıyorum telkinleriyle öğle saatinde solo bir şekilde plaja doğru yollanılır. Zira Ebru Şallı nasıl bu dünyaya plates yapmak için gelmiş ve başka hiç bir işlevi ve amacı yoksa bendenizinde sahil kenarında yaptığı en iyi ve yapmaktan en keyif aldığı şey güneşlenmektir. anlayacağınız bu dünyada eda taşpınar‘ı anlayabilen tek insan benim. bir nevi güneşlenme konusunda onun ruh ikiziyim. Beynim kaynayıp kulaklarımdan akana kadar güneşin altında yatmak için doğmuşum. İşte böyle bir ruh haliyle kendimi plaj yoluna attım.
Ancak daha ilk dakikada son derece erkeksi beyaz manolya çiçekleriyle bezeli cart turuncu plaj çantam –gereçkte anneme aittir o kdr da değil!-, fıstık yeşili sörfçü mayom ve üstüne giydiğim beyaz-pembe keten gömleğimle ilk dakikada esnafın sevgilisi olduğum, geniş camlı güneşgözlüğümün ardına hapsettiğim gözlerimden kaçmadı. Zira bodrum, marmaris gibi yerlerde gayet doğal karşılanan bu görüntü eğer böyle bir yerdeyseniz Türkbükü’nde güneşlenen Bülent Ersoy etkisi yapıyormuş. bilemedik...
Neyse en sonunda sahile ulaştım deniz dalgalı ama zaten umrumda değil.amaç belli; kitap-müzik, kum ve güneş. takım taklavatı yere serip kaseyi yerleştirdikten sonra söyle bi etrafa bakındım. Gerçekten harikaydı. “burda iyi keyif yaparım ben” diye düşünürken yanımdan Ashton Kutcher modeli kesilmiş saçlarıyla 1.80 boyunda taş bi çocuk ve küçük bikinileriyle bi kaç taş hatun geçince daha da yüreklendim. demek ki doluyo yavaş yavaş buralar, tek “black sheep” ben olmucam diye düşünerek yattım kitabımı okumaya başladım.
O sakin durgun manzara çocuk ve kızlarla beraber adeta bi “laguna beach” havası estirirken plaj yarım saate kalmadan beldenin asıl yerlileriyle doldu. Yerli dediysem bildiğiniz neolatik dönemden kalma yerliler bi yerlerde her akşam bir bakire kurban ettikleri totemleri olduğuna yemin edebileceğim tipler. Tükendiklerini zannedenler büyük bir yanılgı içindeler! Onlar burda ve aramızda yaşıyorlar!

İçimden “Neyse hash pipe en azından yalnız değilsin, bak o çocuk ve kızlarda var. hani şu an plaj çıkışına yakın duran topluluk, hani şu an sana nedenini bilmediğin bir şekilde acıyarak bakan ve arabalarına doğru yollanan grup. hani şu an arabaya binip motoru çalıştıran grup. lan! Lannnnn!”

Velhasıl sevgili okuyucu zatalim yürek burkan iç sesinden de anlayacağınız üzre çekirdek çıtlayıp, gözleri bende bi halde fısırfısır dedikodumu yapıp gülüşen ergen kızlar ve ilk bakışta benden hiç hoşlanmadıklarını anladığım top oynayan yerli peleler arasında kalmış bulundum.
Neyse dedim ve sophie kinsella’nın “beni hatırladın mı?” İsimli tam yaz hatta plaj için yazılmış süper eğlenceli çerezlik kitabına geri döndüm. Eğer kafanızı dağıtmak için bi kitap arıyosanız o kitap bu kitaptır.- aman ha bi elif şafak bi sabahattin ali beklentisiyle almayın kitabı bildiğiniz basit bi hollywood romantik-komedi filminin senaryosunu okuyor gibi olucaksınız-
Ama almayacaksanız bile en azından bi kapağına bakın. Bakmayacaklar için şöyle tarif edeyim kitap artemis yayınevinden çıktığı için haliyle parlak ve göz alıcı bir ciltle kaplanmış üzerinde çiçekler, uğur böcekleri ve kitabın tam ortasında da tınkırbell’in olduğundan şüphelendiğim 40 yıllık meyhane fahişesi edasıyla durmuş parlak kanatlı hafifmeşrep bir peri kızımız var. Yani az önce sizlere tarif ettiğim tipin elinde –yani ben- bu cilte sahip bir kitabı ve kafasının altına koyduğu kedi desenli küçük yastığıda ekleyin. Bildiğin “ilk vuruşta devirene bi peluş hayvan hediye” modundayım.
Neyse çok geçmeden beklenen oluyor ve “kazara” kafama bir top yiyorum “kusura bakma abi” diyorlar “rica ederim” diyorum. Neyse tekrar dönüyorum kitabıma bu seferde yakınlarda olduğundan şüphelendiğim bir rehabilitasyon merkezinden 20-27 yaş arası engelli gençler getiriliyor plaja denize girsinler diye. Birbirlerine destekleri birbirleriyle ilgilenmelerini cidden hayranlıkla seyrederken tekrar kitabıma dönüyorum. gel gör ki içlerinden biri tövbe denize girmiyor bununlada kalmıyor sürekli konuşuyor. Ancak karşısında kimse yok anlayacağınız bitmek bilmez bir monoloğun içine hapsoluyorum. Müziğin sesin açıyorum ancak nafile adının “süleyman” olduğunu öğrendiğim birinin maceraları adeta bir ayşegül serisine dönüşüyor.. ve sonunda orda miyadımı doldurduğuma kanaat getirip kalkıyorum. 30-40 metre öteye gidip tekrar dükkanı kuruyorum. Kitabı bırakıyorum yatmış semaya karşı bu sene yaşadığım kalp kırgınlıklarını düşünerek kafamda oluşturudğum ve sonu benim ezici üstünlükleirmle biten mizansenler oluşturup, cher’le strong enough düeti yaparken olan oluyor ve tam alnımın çatına “al buna strong enough ol” dercesine bir martı sıçıyor!
Felaket! Tek kişilik bir trajedi! İşin daha da iğrenci an ve an o rektumu kurtlanasıca hayvanın kakasının semadan üstüme düşüşünü görmem! yani kurtulmak için bir şansımın olması ama hiç bişey yapamamaış olmam!
İşte o an evrenin bugünlük plaj maceramı sonlandırmam gerektiği mesajını gönderdiğine kanaat getirdim..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder