24 Haziran 2009 Çarşamba

"çocuk istismarı onurumuzdur!!!"


İşte karşımdaydı ne mezuniyetimde, ne ben doğduğumda, ne aileden biri öldüğünde 1 damla göz yaşı dökmeyen babamın gözleri nemlenmiş ve elinde peçeteyle gözlüğünü hafifçe kaldırarak gözlerini siliyordu...

Hemde ne için? “Çocuk istismarı onurumuzdur” şiarını bellemiş “Bir şarkısın sen” adlı kabus programda yaşanan son derece sahte bir "hallmark anı" için..
Sözüm ona o peksimet suratlı sewimlilik abidesi(!) velet büyük ihtimalle 2 gündür görmediği annesini kavuşuyor! Nasıl ya nasıl? Gönderme efendim böyle çocuğun arkasından yanaşıp “yavrıııııııııııım” diye çocuğu boğacak kadar özlüyosan hem ne işi var o çocuğun o yarışmada? daha doğrusu o yarışmanın ne işi var o televizyonda!? Feleğin çemberinden geçerken çember kıçına kaçmış edalarıyla içli içli türkü/arabesk söyleyen, konsantre sıkıştırılmış adamlar gibi giydirilmiş küçük oğlan çocukları (tamlamama kurban) ve cimcimenin sözlükteki karşılığı ben olmalıyım tavırlarıyla sahte gülücükler atan little miss sunshine lar!-bu filmin bi gün gerçek olucağı aklıma gelmezdi..)

çocuk dediğin elinde tarağıyla yonca evcimik şarkısı filan söyler 2 dakika sonrada solucan yemeye bahçeye filan çıkar. Ben korkarım böyle çocuktan düşünsenize ewde dolaşan küçük bir ibrahim tatlıses Allah başa verme yarabbi.. İnsan dediğin kendinden daha yüksekte bulunan bişeye imrenir, özenir. Özenti olmanın yazılmamış kurallarındandır bu. Her hareketiyle “mağarada doğdum bu kadar param olmasına rağmen hala bir mağara adamı gibi yaşayıp, konuşmaktan onur duyuyorum” diyen bi adamın neyine özeniyosun sen a yavrum? Bi insan evladının helede 9 yaşındaki bi çocuğun en büyük hayalinin içinde o kıllı bıyıklı adamın ne işi olur? Kapıya gelse açmam ahanda buraya yazıyorum..
tamam belli ki crystal çocuklardansın 10 parmağında 10 marifet ama arkadaş “kader” “felek” sözcükleri senin için ne ifade ediyoda o kadar zırıl zırıl ağlıyosun köşede? Hayır biri gelip “minik kuş ediyle büdüye sakso çekerken yakalandı” deseler otur yitip giden masumiyetine ağla ama bide ağladığını herkes görsün diye elini çene altına destek yapıp suratını kabak gibi kameraya sokarsan benim gözümde ne çocukluğun ne sevimliliğin kalır ..

Bacak kadar çocuklara öfke kustuğum için koca antropozlu bi eşşek olarak utanıyorum ama dayanamıyorum o nasıl bi konsept? Zamanında sivilceli ergenlerin duvarlarına posterlerini yapıştırdıkları sanatçılar am biti kadar çocuklarla vokal yaptığına sevinir hale gelmiş.. ya allah aşkına napıyosunuz siz? kendinize gelin demezler mi? sizin böyle şeylere ne ihtiyacınız var? Siz ne zaman 2 dakika ekranda göründüm diye mutlu olacak hale geldiniz?

ah baba ne diyim sana belliki sana ulaşmanın yolu robalı elbise giyip kanto yapmaktan geçiyomuş. du ben bişiler düşüncem..

Son olarak bu programın bence gerçek starları olan erol evginin yaşlandıkça aklar düşen organik peruğunu ve pınar altuğ’nun artık solaryumdan buruşan diz kapaklarını ayakta alkışlıyorum..

10 Haziran 2009 Çarşamba

"artık kansas'ta değilsin dorotyh"


Gelişmekte olan bir yerden yazlık almanın en kötü yanı sanırım bir türlü havaya girememek olsa gerek. zira zaten yeni gelişmekte olan bir yerdeyse yazlığınız zaten en kalabalık döneminde bile kasaptaki sinek sayısını geçmeyecek bir nufusa sahip demektir.
Ama bu anne için önemli değildir. O sizin taptığınız şehir yaşamına her nur topu menapoz sahibi kadın gibi “bitirici” görür ve kendini en tenha zamanlarında en tenha mesire yerlerine atmak için can atar.
velhasıl yazlığa gelinir. Tarihte araba yolculuğuyla jet-lag tadını yakalamayı başaran tek insan -yani ben için- ilk gün yatakta geçer hailyle. Ertesi gün madem deniz kenarındayım neden keyfime bakmıyorum telkinleriyle öğle saatinde solo bir şekilde plaja doğru yollanılır. Zira Ebru Şallı nasıl bu dünyaya plates yapmak için gelmiş ve başka hiç bir işlevi ve amacı yoksa bendenizinde sahil kenarında yaptığı en iyi ve yapmaktan en keyif aldığı şey güneşlenmektir. anlayacağınız bu dünyada eda taşpınar‘ı anlayabilen tek insan benim. bir nevi güneşlenme konusunda onun ruh ikiziyim. Beynim kaynayıp kulaklarımdan akana kadar güneşin altında yatmak için doğmuşum. İşte böyle bir ruh haliyle kendimi plaj yoluna attım.
Ancak daha ilk dakikada son derece erkeksi beyaz manolya çiçekleriyle bezeli cart turuncu plaj çantam –gereçkte anneme aittir o kdr da değil!-, fıstık yeşili sörfçü mayom ve üstüne giydiğim beyaz-pembe keten gömleğimle ilk dakikada esnafın sevgilisi olduğum, geniş camlı güneşgözlüğümün ardına hapsettiğim gözlerimden kaçmadı. Zira bodrum, marmaris gibi yerlerde gayet doğal karşılanan bu görüntü eğer böyle bir yerdeyseniz Türkbükü’nde güneşlenen Bülent Ersoy etkisi yapıyormuş. bilemedik...
Neyse en sonunda sahile ulaştım deniz dalgalı ama zaten umrumda değil.amaç belli; kitap-müzik, kum ve güneş. takım taklavatı yere serip kaseyi yerleştirdikten sonra söyle bi etrafa bakındım. Gerçekten harikaydı. “burda iyi keyif yaparım ben” diye düşünürken yanımdan Ashton Kutcher modeli kesilmiş saçlarıyla 1.80 boyunda taş bi çocuk ve küçük bikinileriyle bi kaç taş hatun geçince daha da yüreklendim. demek ki doluyo yavaş yavaş buralar, tek “black sheep” ben olmucam diye düşünerek yattım kitabımı okumaya başladım.
O sakin durgun manzara çocuk ve kızlarla beraber adeta bi “laguna beach” havası estirirken plaj yarım saate kalmadan beldenin asıl yerlileriyle doldu. Yerli dediysem bildiğiniz neolatik dönemden kalma yerliler bi yerlerde her akşam bir bakire kurban ettikleri totemleri olduğuna yemin edebileceğim tipler. Tükendiklerini zannedenler büyük bir yanılgı içindeler! Onlar burda ve aramızda yaşıyorlar!

İçimden “Neyse hash pipe en azından yalnız değilsin, bak o çocuk ve kızlarda var. hani şu an plaj çıkışına yakın duran topluluk, hani şu an sana nedenini bilmediğin bir şekilde acıyarak bakan ve arabalarına doğru yollanan grup. hani şu an arabaya binip motoru çalıştıran grup. lan! Lannnnn!”

Velhasıl sevgili okuyucu zatalim yürek burkan iç sesinden de anlayacağınız üzre çekirdek çıtlayıp, gözleri bende bi halde fısırfısır dedikodumu yapıp gülüşen ergen kızlar ve ilk bakışta benden hiç hoşlanmadıklarını anladığım top oynayan yerli peleler arasında kalmış bulundum.
Neyse dedim ve sophie kinsella’nın “beni hatırladın mı?” İsimli tam yaz hatta plaj için yazılmış süper eğlenceli çerezlik kitabına geri döndüm. Eğer kafanızı dağıtmak için bi kitap arıyosanız o kitap bu kitaptır.- aman ha bi elif şafak bi sabahattin ali beklentisiyle almayın kitabı bildiğiniz basit bi hollywood romantik-komedi filminin senaryosunu okuyor gibi olucaksınız-
Ama almayacaksanız bile en azından bi kapağına bakın. Bakmayacaklar için şöyle tarif edeyim kitap artemis yayınevinden çıktığı için haliyle parlak ve göz alıcı bir ciltle kaplanmış üzerinde çiçekler, uğur böcekleri ve kitabın tam ortasında da tınkırbell’in olduğundan şüphelendiğim 40 yıllık meyhane fahişesi edasıyla durmuş parlak kanatlı hafifmeşrep bir peri kızımız var. Yani az önce sizlere tarif ettiğim tipin elinde –yani ben- bu cilte sahip bir kitabı ve kafasının altına koyduğu kedi desenli küçük yastığıda ekleyin. Bildiğin “ilk vuruşta devirene bi peluş hayvan hediye” modundayım.
Neyse çok geçmeden beklenen oluyor ve “kazara” kafama bir top yiyorum “kusura bakma abi” diyorlar “rica ederim” diyorum. Neyse tekrar dönüyorum kitabıma bu seferde yakınlarda olduğundan şüphelendiğim bir rehabilitasyon merkezinden 20-27 yaş arası engelli gençler getiriliyor plaja denize girsinler diye. Birbirlerine destekleri birbirleriyle ilgilenmelerini cidden hayranlıkla seyrederken tekrar kitabıma dönüyorum. gel gör ki içlerinden biri tövbe denize girmiyor bununlada kalmıyor sürekli konuşuyor. Ancak karşısında kimse yok anlayacağınız bitmek bilmez bir monoloğun içine hapsoluyorum. Müziğin sesin açıyorum ancak nafile adının “süleyman” olduğunu öğrendiğim birinin maceraları adeta bir ayşegül serisine dönüşüyor.. ve sonunda orda miyadımı doldurduğuma kanaat getirip kalkıyorum. 30-40 metre öteye gidip tekrar dükkanı kuruyorum. Kitabı bırakıyorum yatmış semaya karşı bu sene yaşadığım kalp kırgınlıklarını düşünerek kafamda oluşturudğum ve sonu benim ezici üstünlükleirmle biten mizansenler oluşturup, cher’le strong enough düeti yaparken olan oluyor ve tam alnımın çatına “al buna strong enough ol” dercesine bir martı sıçıyor!
Felaket! Tek kişilik bir trajedi! İşin daha da iğrenci an ve an o rektumu kurtlanasıca hayvanın kakasının semadan üstüme düşüşünü görmem! yani kurtulmak için bir şansımın olması ama hiç bişey yapamamaış olmam!
İşte o an evrenin bugünlük plaj maceramı sonlandırmam gerektiği mesajını gönderdiğine kanaat getirdim..

2 Haziran 2009 Salı

you don't wanna mess with marilyn white girl!



Yağmurlu bir günde, Ankara paşası rafadan insan, fotoşop güzeli i.melih gökçek’in seçim şerefine kızılayın 4 bir yanına astırdığı nur cemalini taşıyan afişlerinin gölgesinde, “kaldırım” adı altında kızılaya döşettiği altı su dolu bubi tuzaklarına basarak paçalarımı ıslattığım günlerden birinde, eski bir arkadaşımla karşılaştım. laf lafı açtı eski grubumuzdan, anılardan filan bahsedip gökçek’in “nasıl ıslattım ibneyi” dermiş gibi sırıttığı posterinin önünden tunalı’ya doğru çıkarken yine hep beraber toplanmaya karar verdik. evde sinema gecesi düzenleyelim dedik. Gerekli aramalar yapıldı, kimi geceye yalnız, kimi sevgilisyle katılacağını bildirdi en karbonhidratlısından abur cuburlar seçildi gerekli ayarlamalar yapıldı velhasıl gece geldi çattı...
Ne izleyelim derken, nufus memuru izin verse kızının adını bile marilyn koyacak kadar marilyn monroe hastası arkadaşım X çantasından marilyn’in eski filmlerinden birini çıkardı. “Nostaljiden zarar gelmez” dedik cd yi taktık. Nerden bilirdik ki X’in kız arkadaşı Y çoktan kafasını marylin’e takmış?
Film başladı… klasik 50 li yılların amerikan filmi; büyük arabalar, genç hatunları tavlamaya çalışan biryantinli gençler ve marylin…
Ama asıl film tv’de değil belli ki karşımda başlayacaktı, fragmanından anladığım kadarıyla da son derece çirkefe bulanmış ve büyük ihtimalle sonu sinir krizleriyle bitecek –yani tam seyirlik- bir film olucaktı.... marylin kırmızı elbisesiyle ekranda görünmeye başladığında odadaki manzara; olayları farkında olmayıp filme dalan 3 masum memeli, zevkten 4 köşe olan x, sinirden kusursuz bir küp olan y, karşılarında da elinde cips poşetiyle onları izleyen ben şeklinde özetlenebilirdi...
Ölü birini kıskanmak ne kadar normal? Peki bu ölü, sarışın bir Hollywood starıysa bunun bir istisnası olabilir mi? siz bu soruları düşüne durun ben karşımda sahnelenegelen 2 kişilik filme geri dönmek isitiyorum; Marilyn şuh bakışlar attıkça, X eridi. Y ise saçlarıyla oynayıp sinirli sinirli “ufff”lamaya başladı ve her kıskanan ve kendinden emin olmayan kadın gibi “yani şunun neresini beğeniyorlar anlamıyorum” şeklinde miyavlamaya başladı.
Neyse sonunda film bitti. Ardından benim seçimim olan wonder boys ‘u taktık. Gel gör ki filmde ki travesti rolünü oynayan arkadaşın “bütün kadınlar marylin monroe olmak ister” demesi Y’nin öfkeli “Suç ortağı piç” temalı bakışlarını bana yöneltti , tam o sırada uzun vadede kilo olarak vereceği zararı nasıl berteraf edeceğimi düşündüğüm cips, zararını kısa vadede soluk borumu tıkayarak göstermeye karar werdi. Hangisi daha kötüydü karar veremedim kıçı kırık bir parça cipsle boğulmak mı yoksa kıskançlıktan çatlama noktasına gelmiş bir kadının öfke odağı haline gelmek mi?
Birkaç doz “helal helal” ve bir bardak suyla kendime gelmiştim ki Y “bu kadarıda komik artık” diyince X ile başrollerini paylaşacağı 2 kişilik dramaları ben dahil 4 kişilik seyirci grubunun gözleri önünde oynanmaya başladı…
Sahne 1;
--Marylin’in fitne sokucu etkisi--
-neymiş o komik olan?
+bu kadına bu kadar hayran olunması! Şuh bakışları ve boyalı saçları dışında neyi var? Birde arada bir çıkıp kırıtarak 2 şarkı söylüyor nedir yani?
-şöyel söliyim canım. Bütün bunları kadınların %90 ı gibi sende yapıyorsun ama şu anda seni değil onu izliyoruz öyle değil mi?
Söyler misin bana marylin’e özenmeyen onun gibi görünmek istemeyen tek bir tane kadın var mı bu dünyada? Madonna bile ona özeniyor! Ha afrika kurbağası kadar çekici olabiliyor o ayrı. ama niyet önemli. Bugün ayıla bayıla dinlediğin/izlediğin bütün kadınlar onun çizdiği yolda ilerliyor, Her biri katıldığı bir galada en az bir kere robalı beyaz bir elbise giyip saçlarını o “meşhur pozu”ndaki gibi yaptırmıştır!
Tam o anda içimden benimde böyle bir planım vardı haklılık payı var galiba diye düşünüyordum ki
Sahne 2;
--marilyn’in çirkefleştirici etkisi--
+bu hiçbir şey kanıtlamaz! Hem hem onun ilk rolünü kapmak için yönetmeniyle yattığnı herkes biliyor!
(aman canım hangimiz yatmayız ki? -işgüzar aşifte mode on- )
-hı şimdi de kadının verdiği kararları sorgulamaya başladın? Çok güzel. peki sana sorarım annesi tımarhanede ölmüş bir sokak çocuğu için daha zor bir karar olabilir miydi? Hayatında hiç bu kadar büyük bir karar vermek zorunda kaldın mı sen? Senin bugüne kadar verdiğin en zor karar, kıyafet alırken “fuşya mı olsun mor muuu olsun???” du!
O sırada araya girip “ama bu gerçekten zor bir karardır” diyecektim ki marilyn’in çirkefleştirici etkisi çocuklaştırıcı bir etki göstermeye başladı;
+ayrıca o çok iri!
- kesinlikle şimdinin vitaminsiz bulumik hatunlarından çok daha farklı. hatun dediğinin kalçasına sabah bir şaplak atarsın akşama geldiğinde hala sallanır. İşte bu gerçek kadın!
(mübarek kadın değil don yağı arıyor marilyn hemşiremi tenzi ederim)
+o gerçek bir sarışın bile değil!
-hahaha evet gerçek bir sarışın olarak gelmedi ama öyle gitti ha keza arkasında da koskocaman bir sarışın fenomeni ve milyonlarca hayran bırakarak gitti!
Sahne 3;
-- marilyn’in bilinçaltını ortaya çıkarıcı etkisi—
-şimdi ben sana soruyum sen bu dünyadan gittiğinde içi tıka basa dolu bir gardıroptan ve iki “eller havaya” yaptıktan sonra acını unutacak birkaç arkadaştan başka ne bırakacaksın?
İyice sinirden gerilen Y;
+dilersen bunu bu kadar kişinin gözleri önünde tartışmayalım?
Ama x bir kere dolmuş belli ki, bilinç altında ne var ne yok kusmaya niyetli bu saatten sonra mahkeme emri bile onu susturamaz!
-ben cevap vereyim hiçbir şey! O yüzden normal hayatta yanından bile geçemeyeceğin insanlara karşı lütfen daha saygılı ol!
Sahne 4
-- marilyn’in yuva yıkıcı etkisi—
+ya öyle mi o zaman bu gece marylin ısıtsın seni!
Der ve Y sahneyi terk eder
Ama X racondandır son lafı söyleyen olacaktır;
+onun hayali bile senden daha fazla ısıtır beni emin ol! Ayrıca şunuda unutma Nasıl geldiğin değil nasıl gittiğin önemli. O sarışın gelmedi ama öyle gitti sen sarışın geldin benide kendinide rezil ettin gidiyosun!
film ve gece bununla beraber birkaç ufak dedikodu ve “sıkma canını”larla biter…
Geceye dönüp baktığımızda;
Yer:mühim değil
Geceye katılan çift sayısı:2
Geceye katılan bekar sayısı:2
“Senin boynunu koparırım küçük sürüngen” bakışı :1 (onada ben maruz kaldım şans işte…)
Gece sonunda ilişki pazarına çıkan bekar sayısı:4
Alınan muhtemel kalori: 3547

Evet gece bu rakamlarla bitti ama marylin üzerine kafamda dönen düşünceler bitmedi. Özelliklede x’in “onun hayali bile senden fazla ısıtır beni” lafı kafama takılmıştı. Bu cümle bir yandan çok romantik bir yandan da –bir ihtiyarın maryinin ortaya çıkan seks kasetini 1.5 milyon dolara satın aldığını öğrenmemle de- bir o kadar hastalıklı gelmeye başladı.
Ölen bir kadın, nasıl hala kendisine bu kadar tutkuyla bağlanan erkekler yaratmayı başarabiliyor üstelik hiç tanışmadığı ve tanışmayacağı erkekler. gerçekten de Her başarılı erkek zamanı geldiğinde arkasında duracak bir kadın ister ancak önünde durmasından keyif alacağı tek kadın marilyn midir?
Kadınların cazibesi ayrı bir konu başlığıyken benim bu geceden çıkardığım sonuç şu oldu;
Marilyn öldüğünde bile çiftlerin arasına fitne sokabilecek ender sarışınlardandır. hatta tek sarışındır…